Eser KURU
Masa düşlediği gibi olmuştu. Pencere kenarına çekilmiş, beyaz örtüsü serilmiş, ahenkli ve şık.
Geceyi uzun zamandır planlıyordu. Radyonun sesi evin içinde. Kapıyı belli belirsiz duyabildi. Vardığında, zil uzun uzun çalıyordu.
“Hoş geldin canım.”
“Neredesin, gerçekten ağaç oldum.”
İşte gelmişti. Yüzündeki gülümseme kayboldu. Kötü başlangıç. Neyse ki kadın çabuk değişirdi. Salona geçerken boynuna sarılmıştı bile.
“Çok yoruldum, trafik canımı sıktı. Ama senin bana yemek pişiriyor olma ihtimalin neşemi yerine getirdi.”
“Yok canım, öyle abartılacak bir şey değil, içimden geldi. Büyük şeyler bekleme.”
“Kaç yıldır beraberiz beni kaç kere yemeğe davet ettin,”
“Eyvah!” diye iç geçirdi adam. Acaba çok mu belli ediyorum.
Uzun süredir birlikteydiler. Onu seviyordu. Hayatını da. Eskiden zordu karar vermek. Her şeye dair. Yapmak zorunda kaldığım her seçim zaman aldı, beni ağır ağır öldürdü. Artık öyle değil. Hızlıca karar veriyor sonra seçimine kendini ikna ediyordu. Faydalıydı bu.
O gece izlediği film. “Babalar ve Oğullar.“ Her zaman ilgisini çekmişti. Sarhoştu ama her şeyi unutacak kadar değil. Baba, oğluna “Yalnızlıktan korkuyorsan evlenme” demişti. Yalnızlığı seviyordu. Kadını da. O gece kararını verdi.
Yalnızlıkla arasındaki bu güçlü bağ. Kendisi sandığı birini, insanlara anlattığını fark ettiğinde daha çok içine kapandı. Onu mutlu edenin, uzaklaşabilmek olduğunu fark etti. Yalnız olmak için birine ihtiyacım var. Beni anlayan birine. Kadın anlıyordu.
Kadın salona girdi. Her şeyin yeri değişmiş. Neler oluyor? Düşünmek istemedi. Cama doğru yürüdü. Dışarıda bulutlar. Adam mutfaktan seslendi.
“Sevgilim, karşı apartmanın çatısına bak.”
Leylekleri gördü. Camı hızla açtı. Nasıl hiç durmadan hareket edebiliyorlar. Hiçbir yere ait değiller.Tuhaf adam. Özgürlük. Hesap sormuyor. Korktuğu bir şey var. İnsanları, sevdiği insanları, kıramıyor. Hayır diyemediği için hayatı kaç kez alt üst oldu. Belki de onu bu yüzden seviyor .Bugüne dek reddetmesi gereken hiçbir şeyi ona sunmadı. Ama şimdi.
“Hayır diyemiyorum, of!” diye iç geçirdi.
“Bir şey mi dedin sevgilim,” dedi adam. Servis kaşıklarını çatallarla eşleştirmeyi, tempo tutarak oyuna dönüştürdü.
“Hayır canım,” dedi. “Müziğe eşlik ediyordum.”
Masaya oturdular. Adam yemek servisiyle meşguldü. Ayrıntılara boğulmuştu.
Kadın olağan dışılığı düşündü. Birlikteliklerin kendine özgü biçimleri vardı. Çatal tutuş şekilleri, hitapları, dokunuşları. Bunların dışına çıkıldığını, hisleri en güçlü olan fark ederdi. Ve ilk fark eden daima haklıydı. Sormalıydı.
“Neyin var senin bu akşam, hiç durmadan koşturuyorsun ve yüzüme bile bakmıyorsun.” dedi. Elini saçlarına götürdü.
“Hiç,” dedi adam garip bir ses tonuyla. “Sadece, senin için güzel bir yemek,” diye ekledi. Tavada bir şeyler yanıyordu. Koştu.
Oyalanmadan yemeği getirdi. Müziğin sesini azalttı. Özenle servis etti. Kadının bilmediği bir kırmızı şarabı dikkatlice açtı. Bir şarap garsonu gibi kadının sağına geçti, ikram etti. Ritüeller kadının canını sıktı. Yüzünde tanımadığı bir gülümseme.
“Ne yapıyorsun canım, utandırıyorsun beni,” dediği anda adam sözünü kesti.
İşaret parmağını kadının dudaklarına götürdü. Kısık bir sesle boğazını temizledi. Usulca kadının karşısına geçti. Eğilmeye çalıştı, eliyle ceketinin cebini yokladı. Aynı anda iki şeyi yapmaktan nefret ettiğini hatırladığı sırada, kadının elindeki şarap kadehine çarptı. Şarap kadının gömleğinden aşağı doğru süzülürken, adam hızlıca konuşmaya çabaladı.
Kadın onu susturdu ve “Evet, kabul ediyorum,” dedi.
Radyoda çok sevdiği bir şiir müziğe dönüşmüştü:
“Şarabın gazabından kork, fena kırmızıdır.”
Comments