top of page
  • Yazarın fotoğrafıBulanık

Roger Garaudy'nin Penceresinden Kafka'ya Bakış - 1

Muhsin Çelik


Kafka’nın Dünyası


İçinde yaşadığı dünya ile kurduğu dünya, tek bir dünyadır. Boğucu, insaniliğini yitirmiş bir dünya, bir ya­bancılaşma dünyası; fakat yabancılaşmanın bilincine ulaşmış ve harikulâde ile mizahın parçaladığı bu ev­renin çatlaklarından bize bir ışık, belki de bir çıkış yolu gösteren yıkılmaz bir umudun dünyası.


İlahiyatçılar, Kafka’da, İsrail’in son peygamberini bulduklarına inanıyorlardı; onda, "Tanrı’nın bağış­layıcılığına sığınan muhtaç bir ruhun çırpınışlarını" görerek bu ruhu vaftiz etmek istiyorlardı. Onu, Karl Barth’ın çömezi yerine koyanlar, eserini, olumsuz tanrıbilim eseriyle bir tutanlar vardı.


Öbür kutupta, Kafka’yı, kimi zaman kemirici bir karamsarlık içinde yıkılma halinde bir küçük burju­va, kimi zaman da toplumcu değilse de bir başkaldırı­cı kimse olarak gören sözde Marx’çılar vardı.


Varoluşçular ise Kafka’yı, Sisyphe’in akıl almaz çabasına ya da Heidegger’in bunaltısına yamadılar. "Babama Mektup"a tutulmuş olan psikanalizciler, onda, Oidipus kompleksinin belirgin örneklerinden bi­rini keşfettiklerini sandılar.


Bu yorumlamaların, hatta birbirine en karşıt olanlarının bile, ortak özelliği, Kafka’nın eserlerini, anahtarı ister bir din doğmasında, ister sosyolojik ya da psikolojik bir bilinçsizlikte, devrimci bir program­da ya da patolojik bir belirtide olan "kapalı romanlar” saymalarıdır. Bu yorumlamalardan her birinin, hakikatin bir parçasını ele aldığı yadsınamaz; yalnız, olsa olsa ona birer yaklaşma çabası olan bu yorumlamaların, eserin bütününü kapsayan bir yöntem olduğu ileri sürülünce derhal yanlışlığa düşülmüş olur. Kafka’nın eserinde dini bir yaşantı bulunduğu su götürmez; bağlı bulunduğu toplumsal sınıfın, kendi görüş ufkunu sınırlandırdığı kuşkusuz; varoluş duygusu bakımından Kierkegaard ve ondan sonraki kuşakla arasında benzerlik olduğu da açık. Fakat Kafka’nın eseri, bu tezlerden herhangi bi­risinin açıklaması durumuna indirgenemez; bir ro­man ya da bir destan, istiarelerle bezenmiş soyut bir fikir değildir. Açınlayıcı (ifşa edici) bir mittir o.


Bugün Kafka’ya yanaşırken insan "Kızgın Çalı" hikâyesindeki kahramanın izlenimine kapılıyor.


"Sık bir çalılığa düşmüştüm... düşüncelerim ara­sında kaybolmuş rahatça dolaşıyordum, sonra birden kendime geldim!" Çalılık sanki etrafımda bitmişti. Dı­şına çıkamıyordum, kaybolmuştum!

"Çocuğum, dedi bekçi. Yasak bir yola girmişsin; bu korkunç çalılığa geliyorsun, sonra da şikâyet ediyorsun. Ama yine de, yabani bir ormanda değil­sin! Bir genel park burası. Buradan çıkacaksın… Ama biraz sabretmelisin, önce sana bir yol açacak işçileri aramam gerek; ondan da önce Müdürün iznini alma­lıyım."[1]


Kafka’nın evreniyle hayatı aynı kumaştan dokunmuş gibidir:

"Burada bir yaşam öyküsü değil, alabildiğince bastırılmış öğelerin bir araştırması ve keşfi vardır. Sonra da, tıpkı evi sallanan bir adamın, eski gereçleri kullana­rak hemen oracıkta sağlam bir ev kurmak isteyişi gibi kendimi onun üzerine oturtacağım ben de. Bazen, inşaatın tam ortasında güç tükenir. Sallanan, fa­kat bütün bir ev yerine şimdi elde, yarısı yıkılmış, öbür yarısı yeni bitmiş bir ev yani bir hiç vardır. Bunun arkasından hemen katıksız çılgınlık gelir, yani iki ev arasında yapılan kazak dansı gibi bir şey: Kazak, ayaklarının dibinde mezarını kazana ka­dar çizmelerinin topuklarıyla toprağı eşer, savurur… "[2]


Kafka bir umutsuz değildir. Bir tanıktır. Kafka, bir devrimci değildir, Bir uyandırıcıdır.

Eseri, onun dünya karşısındaki tutumunu ortaya kor. Bu eser, bu dünyanın ne başı eğik bir kopyası, ne de bir ütopyadır. Bu dünyayı ne açıklamak, ne değiş­tirmek ister. Yalnızca bu dünyanın yetersizliğini du­yurur ve onu aşmaya çağırır.


Cahiers’de (Defterler) Kafka ile okuyucusu arasında şu ko­nuşma geçer:

“Bu dünyanın en belirgin özelliği, köhneliği­dir. Bu dünyayla savaşacaksam eğer onun bu belirgin özelliğine yani köhneliğine saldırmam ge­rek. Bu hayat içinde yapabilir miyim bunu? Gerçek­ten yapabilir miyim bunu? Hem de yalnız inancın ve umudun silahları ile değil.” “Demek bu dünyayla savaşmak istiyorsun, hem de umuttan ve inançtan daha gerçek silahlarla? Böyle silahlar şüphesiz var, fakat ancak belli şart­larda tanınabilir ve kullanılabilirler. Önce bu şartla­rın sende olup olmadığını görmek isterim...” “Yoksa bile elde etmeğe çalışabilirim belki?” “Şüphesiz. Ama bunda ben yardım edemem sana.” “... Mademki öyle, neden beni önce sınamak istiyordun?” “Çünkü sana yoksunu olduğun şeyi değil, bir şeyin yoksulluk olduğunu göstermek istiyorum.”[3]


Bu görevi yerine getirmek için Kafka, bu dün­yanın tıpkısı bir başka dünya yaratmıştır. Çünkü bu başka dünya, kendi olumsuzluğunu, ta derindeki insanlık dışılığının gizli ve sancılı açıklanışını kendinde ta­şımaktadır. Bu, yabancılaşmanın içinde yabancılaşma ile sa­vaşmak demektir. Ya da Spinoza’nın sözlerini genişle­terek söylersek, bu, nedenlerini ve kendini aşma yolla­rını bilmeyen bir yabancılaşmanın bilincidir.



[1] La Muraille de Chine (Çin Seddi) Gallimard, s. 220 [2] “Cahiers” Préparatifs de noce à la campaıgne’da (Taşrada Düğün Hazırlığı) s.335­336

[3] Préparatifs (Taşrada Düğün Hazırlığı)s. 103


Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page